Firtina
New member
“Neither”: Sosyal Yapıların Arasında Sıkışmış Bir Kimlik Arayışı
Toplumun sınırları, çoğu zaman farkında olmadan çizdiğimiz görünmez çizgilerle belirlenir. “Kadın” ya da “erkek”, “beyaz” ya da “siyah”, “zengin” ya da “yoksul” gibi kategoriler, sadece tanımlar değil; aynı zamanda bireylerin nasıl algılandığını, nasıl değerlendirildiğini ve hangi haklara erişebildiğini belirleyen sosyal yapılardır. Peki, “neither” yani “hiçbiri” diyen bir birey bu katı yapılar arasında nerede durur? Bu kelime olumlu mu, olumsuz mu? Belki de sorunun kendisi, toplumun ikili düşünce biçiminde saklıdır.
Toplumsal Cinsiyetin İnşa Edilmişliği: “Ne Olmak” Değil, “Nasıl Görülmek”
Judith Butler’ın toplumsal cinsiyet kuramına göre, cinsiyet doğuştan değil, sürekli tekrar edilen toplumsal performanslar aracılığıyla inşa edilir. Bu durumda “neither” diyen bir birey, aslında bu performans döngüsünü reddedip, kendi kimliğini yeniden tanımlamaya çalışır. Fakat bu reddediş, toplumun gözünde çoğu zaman “belirsizlik” ya da “kararsızlık” olarak görülür. Bu algı, özellikle ikili cinsiyet sisteminin derin yerleştiği kültürlerde kişisel varoluşun politik bir eyleme dönüşmesine neden olur.
Birçok araştırma, toplumsal cinsiyet normlarına uymayan bireylerin istihdam, sağlık hizmeti ve sosyal ilişkilerde ayrımcılığa uğradığını gösteriyor. Örneğin, Pew Research Center’ın 2023 raporuna göre, nonbinary bireylerin %47’si iş yerinde kimliklerinden dolayı dışlanma veya mikroagresyon yaşadığını bildiriyor. Bu veriler, “neither” olmanın yalnızca kişisel bir kimlik beyanı değil, aynı zamanda yapısal eşitsizliklere karşı bir direniş biçimi olduğunu ortaya koyuyor.
Irk ve Sınıf: Görünmezlikten Görülmeye Doğru
“Neither” kavramı, yalnızca toplumsal cinsiyetle sınırlı değildir. Irk ve sınıf eksenlerinde de benzer bir “aradalık” durumu yaşanır. Özellikle melez kimliklere sahip bireyler, sıklıkla “hangi taraftansın?” sorusuyla karşılaşır. Bu soru, bireyin kendi kimliğini değil, toplumun onu nereye yerleştireceğini sorgular.
Sınıf açısından bakıldığında, “ne fakir ne zengin” bir konumda olmak da paradoksaldır. Bu kişiler genellikle ekonomik olarak kırılgan ama kültürel olarak eğitimli bir sınıfa aittirler. Pierre Bourdieu’nun “habitus” kavramı, bu arada kalmışlık halini iyi açıklar: birey, hem alt sınıfın hem de üst sınıfın normlarına yabancıdır. “Neither” olmanın getirdiği özgürlük hissi, aynı zamanda bir köksüzlük duygusunu da beraberinde getirir.
Kadınların Deneyimi: Empatiyle Direnen Sesler
Kadınların “neither” kavramıyla ilişkisi çoğunlukla sosyal yapılarla mücadele üzerinden şekillenir. Kadınlar, patriyarkal sistemin çizdiği rollerin dışına çıktıklarında çoğu zaman yargılanır. Örneğin, evlenmeyi reddeden ya da çocuk sahibi olmamayı seçen bir kadın, “eksik” ya da “bencil” olarak etiketlenebilir. Bu durum, toplumun kadınlığı bir “görev” olarak tanımladığını gösterir.
Empatik bir bakışla, bu kadınlar aslında “ne anne ne de evlat” kimliğiyle değil, “özgür bir insan” kimliğiyle var olmayı seçiyorlar. Feminist araştırmacı bell hooks’un dediği gibi, “özgürlük, yalnızca erkeklerle eşit olmak değil; kendi varoluş biçimini tanımlama hakkıdır.” Dolayısıyla “neither” burada bir kayıp değil, bir kazanımdır.
Erkeklerin Deneyimi: Çözüm Arayışında Bir Kuşak
Toplum erkeklerden güçlü, duygusuz, yöneten olmalarını bekler. Ancak günümüz erkeklerinin bir kısmı, bu kalıpların ağırlığını fark ediyor ve çözüm arayışına giriyor. Erkeklik üzerine yapılan çağdaş araştırmalar (örneğin Raewyn Connell’in “hegemonik erkeklik” kuramı), erkeklerin de toplumsal normların baskısı altında olduklarını ortaya koyuyor.
Bazı erkekler “ne güçlü ne zayıf”, sadece “insan” olmayı seçiyor. Duygularını bastırmak yerine paylaşmayı, rekabet yerine dayanışmayı tercih ediyorlar. Bu yaklaşım, yalnızca bireysel bir farkındalık değil; aynı zamanda yeni bir sosyal yapı arayışıdır. Erkeklerin bu dönüşümde çözüm odaklı ve empatik olmaları, toplumsal eşitlik mücadelesinde önemli bir denge unsuru oluşturuyor.
Sosyal Normların Baskısı ve “Neither”ın Direnişi
Toplumsal normlar, “normal” kabul edilenin dışında kalan her şeyi ötekileştirir. “Neither” kimliği, tam da bu dışlama mekanizmasının karşısında durur. Bu direniş, bazen yalnızca bir kelimeyle başlar ama toplumsal yapının köklerine dokunur. Çünkü “ne kadın ne erkek”, “ne beyaz ne siyah”, “ne zengin ne yoksul” demek; toplumun kutuplarına meydan okumaktır.
Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramı burada anlam kazanır. Artık kimlikler sabit değil, akışkandır. Bu akışkanlık, kimileri için özgürleştirici, kimileri içinse korkutucudur. “Neither” bu iki uç arasında bir köprü gibidir; kesinlik arayışını değil, anlam arayışını temsil eder.
Forum Tartışması İçin Düşündürücü Sorular
- Toplumun “ya/ya da” mantığıyla ördüğü yapılar içinde, “neither” demek bir cesaret eylemi midir yoksa bir zorunluluk mu?
- Erkeklerin duygusal dönüşümü, patriyarkal düzenin çözülmesinde gerçekten etkili olabilir mi?
- Sosyal sınıfın “arasında kalmak” bireyi özgür mü kılar, yoksa daha da görünmez mi yapar?
- Toplumsal cinsiyet kimliği tartışmalarında empati mi yoksa teorik bilgi mi daha dönüştürücü bir güç sağlar?
Sonuç: “Neither” Bir Belirsizlik Değil, Bir Varoluş Biçimi
“Neither” olmayı olumlu ya da olumsuz olarak etiketlemek, aslında konunun özünü kaçırmak olur. Çünkü bu kelime bir yoksunluk değil, bir tercih; bir kayıp değil, bir yeniden tanımlamadır. Sosyal yapıların çizdiği sınırları sorgulamak, bireyin hem kendine hem topluma karşı dürüst olma biçimidir.
Eşitsizliklerin gölgesinde, “neither” demek bir haykırış değil, bir fısıltı olabilir — ama o fısıltı, kalıpların arasına sıkışmış her birey için bir umut taşır.
Kaynaklar:
- Judith Butler, Gender Trouble, 1990.
- bell hooks, Feminism is for Everybody, 2000.
- Raewyn Connell, Masculinities, 2005.
- Pew Research Center, “Nonbinary and Transgender Experiences in 2023” raporu.
- Zygmunt Bauman, Liquid Modernity, 2000.
Toplumun sınırları, çoğu zaman farkında olmadan çizdiğimiz görünmez çizgilerle belirlenir. “Kadın” ya da “erkek”, “beyaz” ya da “siyah”, “zengin” ya da “yoksul” gibi kategoriler, sadece tanımlar değil; aynı zamanda bireylerin nasıl algılandığını, nasıl değerlendirildiğini ve hangi haklara erişebildiğini belirleyen sosyal yapılardır. Peki, “neither” yani “hiçbiri” diyen bir birey bu katı yapılar arasında nerede durur? Bu kelime olumlu mu, olumsuz mu? Belki de sorunun kendisi, toplumun ikili düşünce biçiminde saklıdır.
Toplumsal Cinsiyetin İnşa Edilmişliği: “Ne Olmak” Değil, “Nasıl Görülmek”
Judith Butler’ın toplumsal cinsiyet kuramına göre, cinsiyet doğuştan değil, sürekli tekrar edilen toplumsal performanslar aracılığıyla inşa edilir. Bu durumda “neither” diyen bir birey, aslında bu performans döngüsünü reddedip, kendi kimliğini yeniden tanımlamaya çalışır. Fakat bu reddediş, toplumun gözünde çoğu zaman “belirsizlik” ya da “kararsızlık” olarak görülür. Bu algı, özellikle ikili cinsiyet sisteminin derin yerleştiği kültürlerde kişisel varoluşun politik bir eyleme dönüşmesine neden olur.
Birçok araştırma, toplumsal cinsiyet normlarına uymayan bireylerin istihdam, sağlık hizmeti ve sosyal ilişkilerde ayrımcılığa uğradığını gösteriyor. Örneğin, Pew Research Center’ın 2023 raporuna göre, nonbinary bireylerin %47’si iş yerinde kimliklerinden dolayı dışlanma veya mikroagresyon yaşadığını bildiriyor. Bu veriler, “neither” olmanın yalnızca kişisel bir kimlik beyanı değil, aynı zamanda yapısal eşitsizliklere karşı bir direniş biçimi olduğunu ortaya koyuyor.
Irk ve Sınıf: Görünmezlikten Görülmeye Doğru
“Neither” kavramı, yalnızca toplumsal cinsiyetle sınırlı değildir. Irk ve sınıf eksenlerinde de benzer bir “aradalık” durumu yaşanır. Özellikle melez kimliklere sahip bireyler, sıklıkla “hangi taraftansın?” sorusuyla karşılaşır. Bu soru, bireyin kendi kimliğini değil, toplumun onu nereye yerleştireceğini sorgular.
Sınıf açısından bakıldığında, “ne fakir ne zengin” bir konumda olmak da paradoksaldır. Bu kişiler genellikle ekonomik olarak kırılgan ama kültürel olarak eğitimli bir sınıfa aittirler. Pierre Bourdieu’nun “habitus” kavramı, bu arada kalmışlık halini iyi açıklar: birey, hem alt sınıfın hem de üst sınıfın normlarına yabancıdır. “Neither” olmanın getirdiği özgürlük hissi, aynı zamanda bir köksüzlük duygusunu da beraberinde getirir.
Kadınların Deneyimi: Empatiyle Direnen Sesler
Kadınların “neither” kavramıyla ilişkisi çoğunlukla sosyal yapılarla mücadele üzerinden şekillenir. Kadınlar, patriyarkal sistemin çizdiği rollerin dışına çıktıklarında çoğu zaman yargılanır. Örneğin, evlenmeyi reddeden ya da çocuk sahibi olmamayı seçen bir kadın, “eksik” ya da “bencil” olarak etiketlenebilir. Bu durum, toplumun kadınlığı bir “görev” olarak tanımladığını gösterir.
Empatik bir bakışla, bu kadınlar aslında “ne anne ne de evlat” kimliğiyle değil, “özgür bir insan” kimliğiyle var olmayı seçiyorlar. Feminist araştırmacı bell hooks’un dediği gibi, “özgürlük, yalnızca erkeklerle eşit olmak değil; kendi varoluş biçimini tanımlama hakkıdır.” Dolayısıyla “neither” burada bir kayıp değil, bir kazanımdır.
Erkeklerin Deneyimi: Çözüm Arayışında Bir Kuşak
Toplum erkeklerden güçlü, duygusuz, yöneten olmalarını bekler. Ancak günümüz erkeklerinin bir kısmı, bu kalıpların ağırlığını fark ediyor ve çözüm arayışına giriyor. Erkeklik üzerine yapılan çağdaş araştırmalar (örneğin Raewyn Connell’in “hegemonik erkeklik” kuramı), erkeklerin de toplumsal normların baskısı altında olduklarını ortaya koyuyor.
Bazı erkekler “ne güçlü ne zayıf”, sadece “insan” olmayı seçiyor. Duygularını bastırmak yerine paylaşmayı, rekabet yerine dayanışmayı tercih ediyorlar. Bu yaklaşım, yalnızca bireysel bir farkındalık değil; aynı zamanda yeni bir sosyal yapı arayışıdır. Erkeklerin bu dönüşümde çözüm odaklı ve empatik olmaları, toplumsal eşitlik mücadelesinde önemli bir denge unsuru oluşturuyor.
Sosyal Normların Baskısı ve “Neither”ın Direnişi
Toplumsal normlar, “normal” kabul edilenin dışında kalan her şeyi ötekileştirir. “Neither” kimliği, tam da bu dışlama mekanizmasının karşısında durur. Bu direniş, bazen yalnızca bir kelimeyle başlar ama toplumsal yapının köklerine dokunur. Çünkü “ne kadın ne erkek”, “ne beyaz ne siyah”, “ne zengin ne yoksul” demek; toplumun kutuplarına meydan okumaktır.
Sosyolog Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernite” kavramı burada anlam kazanır. Artık kimlikler sabit değil, akışkandır. Bu akışkanlık, kimileri için özgürleştirici, kimileri içinse korkutucudur. “Neither” bu iki uç arasında bir köprü gibidir; kesinlik arayışını değil, anlam arayışını temsil eder.
Forum Tartışması İçin Düşündürücü Sorular
- Toplumun “ya/ya da” mantığıyla ördüğü yapılar içinde, “neither” demek bir cesaret eylemi midir yoksa bir zorunluluk mu?
- Erkeklerin duygusal dönüşümü, patriyarkal düzenin çözülmesinde gerçekten etkili olabilir mi?
- Sosyal sınıfın “arasında kalmak” bireyi özgür mü kılar, yoksa daha da görünmez mi yapar?
- Toplumsal cinsiyet kimliği tartışmalarında empati mi yoksa teorik bilgi mi daha dönüştürücü bir güç sağlar?
Sonuç: “Neither” Bir Belirsizlik Değil, Bir Varoluş Biçimi
“Neither” olmayı olumlu ya da olumsuz olarak etiketlemek, aslında konunun özünü kaçırmak olur. Çünkü bu kelime bir yoksunluk değil, bir tercih; bir kayıp değil, bir yeniden tanımlamadır. Sosyal yapıların çizdiği sınırları sorgulamak, bireyin hem kendine hem topluma karşı dürüst olma biçimidir.
Eşitsizliklerin gölgesinde, “neither” demek bir haykırış değil, bir fısıltı olabilir — ama o fısıltı, kalıpların arasına sıkışmış her birey için bir umut taşır.
Kaynaklar:
- Judith Butler, Gender Trouble, 1990.
- bell hooks, Feminism is for Everybody, 2000.
- Raewyn Connell, Masculinities, 2005.
- Pew Research Center, “Nonbinary and Transgender Experiences in 2023” raporu.
- Zygmunt Bauman, Liquid Modernity, 2000.